Anlamlı Hikayeler

***ESAS AKIL***
Bir akıl hastanesini ziyareti sırasında, adamın biri sorar:
"Bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl belirliyorsunuz?"
Doktor, "Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya üç şey veriyoruz. Bir kaşık, bir fincan, ve bir kova. Sonra da kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz. Siz ne yapardınız?", der.
Adam, "Ooo! Anladım. Normal bir insan kovayı tercih eder. Çünkü kova, kaşık ve fincandan büyük."
"Hayır," der doktor, "normal bir insan küvetin tıpasını çeker."
Ders: Akıl, sadece bize sunulanlar dışında çözüm bulmaktır.

 

 

 
***SİZ ZENGİNMİSİNİZ?*** 
Üstlerine küçük gelen yırtık pırtık mantolar giymiş iki çocuk, birbirlerine sokulmuş dış kapının önünde duruyorlardı.
"Kullanılmış kağıt var mı bayan?"
Meşguldüm.Yok deyip onları başımdan savmak istiyordum, ama o sırada gözüm ayakkabılarına ilişti. Karla kaplanmış ince sandaletlerden giymişlerdi.
"İçeri girin, size bir fincan sıcak kakao yapayım" dedim.
Birşey demediler. Islak sandaletleri şöminenin önünde izler bıraktı. Dışarıda soğuğa karşı kendilerini biraz toparlamaları için onlara kakao ile reçelli ekmek verdim. Sonra mutfağa geri döndüm.Ön odadan hiç ses gelmemesi dikkatimi çekti. İçeri baktım. Kız, boş kakao fincanını iki elinin arasında tutmuş, içine bakıyordu. Oğlan,düz bir sesle sordu:
"Bayan siz zengin misiniz?"
Kanepelerin eskimiş kılıflarına baktım.
"Zengin olmak mı, hayır tabii ki zengin değilim" dedim.
Kız fincanını dikkatle tabağına yerleştirdi.
"Fincanlarınızla tabaklarınız takım da" dedi.
Sesinde bildik bir açlık vardı, ama bu karnının açlığı değildi. Sonra kağıt çuvallarını yüklenip gittiler. Teşekkür etmemişlerdi.Etmeleri de gerekmiyordu, çünkü daha fazlasını yapmışlardı.Buz mavisi seramik fincanlar ve tabakları takımdılar. Mutfağa geri döndüm patateslere baktım, et suyuna karıştırdım. Patates ve et suyu, başımızı sokacak bir ev, düzenli bir işi olan kocam, mutlu bir yaşamım.Bunlar da takımdı. Ve galiba gerçekten zengindim.
Sandalyeleri şöminenin önünden kaldırdım, odayı topladım. Küçük sandaletlerin çamurlu izleri hâlâ şöminenin önündeydi. Onları temizlemedim. Ne kadar zengin olduğumu unutmamak için, onların orada kalmalarını istedim..

 

 

***SUYU TAŞIRMAYAN BİR GÜL YAPRAĞINA HER ZAMAN YER VARDI*** 

Uzakdoğu'da bir budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini

aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli

olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan

açıklayabilmekti. Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı

geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi.

Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden

kapıda herhangi bir tokmak, çan veya zil yoktu.

Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki budist,

kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan

sonra söz'süz konuşmaları başladı. Gelen yabancı,

tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.

Budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar

suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı.

Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz

demekti. Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir

gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı.

Gül yaprağı suyun üsünde yüzüyordu ve su taşmamıştı.

İçerideki budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak

yabancıyı içeriye aldı. Suyu taşırmayan bir

gül yaprağına her zaman yer vardı.

 

 

***HUZUR NEDİR?***

Halkı tarafından çok sevilen bir kral, huzuru en güzel resmedecek sanatçıya büyük bir ödül vereceğini ilan eder. Yarışmaya çok sayıda sanatçı katılır. Günlerce çalışırlar, birbirinden güzel resimler yaparlar, eserleri saraya teslim ederler. Tablolara bakan kral sadece ikisinden hoşlanır. Ama birinciyi seçmesi için karar vermesi gereklidir.

Resimlerden birisinde bir göl vardır. Göl, tıpkı bir ayna gibi etrafında yükselen dağların görüntüsünü yansıtmaktadır. Üst tarafta pamuk beyazı bulutlar gökyüzünü süslemektedir. Resim, bakanlara mükemmel bir huzur hissi verecek kadar güzeldir.

Diğer resimde de dağlar vardır. Ama engebeli ve çıplak dağlar. Dağların üstündeki öfkeli gökyüzünden boşanan yağmurlar ve çakan şimşek ise resmi daha da sıkıntılı bir hale sokmaktadır. Dağın eteklerindeki şelale insana gürültüyü, yorgunluğu hatırlatacak kadar hırçın resmedilmiştir. Kısaca resim, pek de öyle huzur verecek türden değildir.

Fakat kral resme bakınca, şelalenin ardında kayalıklardaki, çatlaktan çıkan mini minnacık bir çalılık görür. Çalılığın üstünde ise bir anne kuşun örttüğü bir kuş yuvası göze çarpmaktadır. Sertçe akan suyun orta yerinde anne kuşun kurduğu yuva izleyenlere harika bir huzur ve sakinlik örneği sunmaktadır.

Ödülü kim kazandı dersiniz? Tabi ki ikinci resim... Kral bunun nedenini şöyle açıkladı:

"Huzur hiçbir gürültünün, sıkıntının ya da zorluğun bulunmadığı yer demek değildir. Huzur, bütün bunların içinde bile yüreğimizin sükunet bulabilmesidir."

 

 

 

***ARKADAŞ***

Savaşın en kanlı günlerinden biri. Asker, en iyi arkadaşının az ileride kanlar içinde yere düştüğünü gördü.

İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru

altındaydılar. Asker teğmene koştu ve:

- Teğmenim. Fırlayıp

arkadaşımı alıp gelebilir miyim?..

Delirdin mi? der gibi baktı teğmen...

- Gitmeye değer mi?. Arkadaşın delik deşik olmuş. Büyük olasılıkla

ölmüştür bile.. Kendi hayatini da tehlikeye atma sakın..

Asker ısrar etti ve teğmen "Peki " dedi.. "Git o zaman.."

İnanılması güç bir mucize. Asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa

döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Teğmen, kanlar içindeki askeri muayene etti.. Sonra onu sipere taşınan arkadaşına döndü:

- Sana değmez, hayatini tehlikeye atmana değmez,demiştim. Bu zaten ölmüş..

- Değdi teğmenim. dedi asker..

- Nasıl değdi? dedi teğmen. Bu adam ölmüş görmüyor musun?..

- Gene de değdi komutanım. Çünkü yanına

ulaştığımda henüz sağdı..

Onun son sözlerini duymak, dünyaya bedeldi benim icin..

Ve arkadaşının son sözlerini hıçkırarak tekrarladı:

- Jim!.. Geleceğini biliyordum!.. demişti arkadaşı... Geleceğini biliyordum..

 

 

***YOLUMUZDAKİ ENGELLER***

Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine 

kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. 

Bakalım neler olacak?. 

Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, 

saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene 

kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. 

Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar 

vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu. Sonunda bir 

köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu.

Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı 

ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı 

ama, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden 

sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin 

durduğunu gördü. Açtı. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu 

vardı içinde. 

"Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir" diyordu kral. 

Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı. 

"Her engel, yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır."


 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol